Loading...

Ceza Hukuku


Telefon Dolandırıcılığı Suçu

Kamuoyunda özellikle telefon dolandırıcılığı olarak bilinen eylem 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 158. maddesinde düzenleme alanı bulan nitelikli dolandırıcılık suçunun L bendinde hüküm altına alınmaktadır.

Anılan bentte kişinin, kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta ya da kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurum ve kuruluşlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle dolandırıcılık eyleminin nitelikli hal olarak yer aldığı görülmekle, yine Türk Ceza Kanunun 157. maddesinde düzenlenmiş basit dolandırıcılık eyleminden ayrılmaktadır.

Bu suç türünde ayrıcı özellik suçun işlenmesi aşamasında failin kendisini kamu görevlisi olarak tanıtması ve akabinde bu sıfatla menfaat temin edilmesidir.

Örneklendirmek gerekirse bu suç türünde fail kendisini polis, hakim, savcı olarak tanıtıp korkutma gerçekleştirerek sonrasında birtakım menfaatler temin etme yoluna gitmektedir. Bu suç türü 2016 yılında gerçekleştirilen düzenleme ile artık nitelikli dolandırıcılık olarak değerlendirilmekte ve ağır ceza mahkemelerinin yetki alanına girmektedir.

Suçun 2016 yılından sonra işlenmesi halinde uzlaştırma kapsamında olmayıp nitelikli dolandırıcılık hükümlerince alt sınırı üç yıl üst sınırı on yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunmaktadır.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Adli Sicil Kayıtları Nasıl Silinir ?

Kesinleşmiş hükümlülüklere ilişkin kayıtlar, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'ndeki merkezi Adli Sicil' de tutulmaktadır. Türk hukukunda kesinleşmiş ceza ve güvenlik tedbiri hükümlülüklerine ilişkin bilgilerin otomatik işleme tabi bir sistem kullanılarak toplanması, sınıflandırılması, değerlendirilmesi, korunması ve gerektiğinde en çabuk ve doğru biçimde ilgililere bildirilmesine ilişkin yöntem ve esasları belirleyen ilk yasa 1944 tarihli Adli Sicil Kanunudur. Daha sonra bunun yerini, 1990 tarihli Adli Sicil Kanunu almıştır. Bu yasa da 2005 yılında 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5352 sayılı Yasa'ya göre Yasa'da gösterilen mahkumiyet kararları önce Adli Sicil' e kaydedilmekte, daha sonra koşulları gerçekleştiğinde arşive aktarılmaktadır.

Adli sicilde kayıt altına alınacak olan mahkumiyet kararları şunlardır:

Türk vatandaşları hakkında Türk mahkemeleri tarafından verilen kesinleşmiş mahkumiyet kararları,

Türk vatandaşları hakkında yabancı ülke mahkemeleri tarafından verilen kesinleşmiş mahkumiyet kararları,

Türk vatandaşları hakkında yabancı ülke mahkemeleri tarafından verilen ve Türk Hukukuna göre tanınan mahkumiyet kararları,

Türkiye'de suç işlemiş olan yabancıların kayıtları.

Adli Sicil Kanunun 11. maddesi gereğince adli sicil ve arşiv bilgileri gizli olup bu bilgiler görevlilerce açıklanamaz ve verilen kişi, kurum ve kuruluşlarca veriliş amacı dışında kullanılamaz. Kişisel veri niteliğinde olan bu bilgileri açıklamak ve veriliş amacı dışında kullanmak 5237 sayılı TCK'nın 136.maddesi uyarınca suçtur.

Adli Sicil Kaydı Arşive Alma, Okuma ve Sildirme:

Adli sicil kayıtları okunması noktasında; ilgili mahkumiyet hükmünün kesinleşme tarihi, kanun sayısı ve suç maddesi şeklinde kaydedilmektedir. Örneğin 5237 SY 157. 03.02.2000 şeklinde bir adli sicil kaydı, şahsın Türk Ceza Kanunun 157. maddesinde düzenleme alanı bulan dolandırıcılık suçundan 3 şubat 2000 tarihinde kesinleşmiş ceza aldığını ifade etmektedir.

Adli sicildeki kayıtlar şu hallerde arşiv kaydına alınmaktadır:

Cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanmış olması,

Ceza mahkumiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran şikayetten vazgeçme veya etkin pişmanlık halinin bulunması,

Ceza zamanaşımının dolmuş olması,

Genel af ilan edilmiş olması

Adli sicil kaydının arşive alınması için talepte bulunulması zorunlu değildir. Adli sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce resen arşiv kaydına alınmaktadır. Ancak şartlar sağlandığı durumda ilgililerin talepte bulunması yapılması gereken işlemleri hızlandırabilmektedir.

Kural olarak mahkumiyet kararlarının, cezanın infazı tamamlanıncaya kadar adli sicil kayıtlarında; infaz tamamlandıktan sonra arşivde saklandığını söylemek mümkündür.

Adli sicil kayıtları şu hallerde ise arşiv kaydına alınmadan tamamen silinebilmektedir:

İlgilinin ölmesi,

Anayasa m. 76 ile TCK dışındaki yasalarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkumiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren,

Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla on beş yıl geçmiş olması,

Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşulu aranmaksızın otuz yıl geçmiş olması,

Diğer mahkumiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren beş yıl geçmiş olması şartları kapsamında adli sicil kayıtlarının sildirme mümkündür.

Ayrıca adli sicil ve arşiv kayıtları, eylemin suç olmaktan çıkarılması halinde talep aranmaksızın tamamen silinmektedir. Kanun yararına bozma veya yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilen beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının kesinleşmesi durumunda da kayıtlar tamamen silinir.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Alkollü Araç Kullanma Cezası 2023, Alkollü Araç Kullanma Suçu, Alkollü Araç Kullanma İtiraz Dilekçesi

5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 179.maddesinde alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır denilmektedir.

İlk olarak belirtmek gerekir ki her alkollü araç sürüşü anılan suçun oluştuğu anlamına gelmeyip uygulamada birtakım ek kriterler de aranmaktadır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun 48.maddesinde 1 promilin üzerinde alkollü araç sevk ve idare eden sürücüler hakkında TCK'da düzenlenen bu cezanın uygulanacağı öngörülmektedir. Şöyle ki; promil ölçer tespitiyle 1 promilin altında alkollü olunduğunun tespiti durumunda ceza kanununda belirtilen suç oluşmayacak yalnızca Karayolları Trafik Kanununda düzenlenen yaptırım kapsamında değerlendirme yapılmalıdır.

Ayrıca madde metninde geçen, başka bir nedenle, ifadesine dikkat edildiğinde yalnızca alkol veya uyuşturucu madde alımı neticesinde oluşan dikkatsiz ve özensiz davranışlar değil, yorgun ve uykusuz olarak araç süren kişilerin de bu madde kapsamında değerlendirilebileceği anlaşılmaktadır.

Peki söz konusu suç tipi yönünden Karayolları Trafik Kanunu ve Türk Ceza Kanunu yaptırımları arasındaki fark nedir ?

Karayolları Trafik Kanununda öngörülen yaptırım idari nitelik taşıyan para cezasıdır. TCK'da yer alan yaptırım ise adli nitelikli hapis cezasıdır. Adli cezalar, başta Türk Ceza Kanunu olmak üzere kanunlarda suç olarak tanımlanan davranışların işlenmesiyle birlikte mahkemeler tarafından hükmedilen cezalardır. İdari cezalar ise çeşitli kabahatli davranışların sergilenmesi durumunda resmi devlet kurumları tarafından verilmektedir. Söz konusu iki yaptırım arasındaki en belirgin özelliği ise adli sicil kayıtları noktasında değerlendirmek gerekmektedir.

Devlet kurumları tarafından uygulanan idari cezalar adli sicil kaydına işlenmemektedir Bu cezalar çoğunlukla para cezası olduğundan şahsın interaktif vergi dairesi aracılığıyla cezaları görüntüleyebilmesi mümkündür. 6183 sayılı Amme Alacakları Usul Kanun kapsamından söz konusu ödemeler infaz olunmaktadır. 2022 yılı için alkollü araç kullanma cezası 4064 TL olup idari cezalar her takvim yılı başlangıcından itibaren geçerli olmak kaydıyla yükseltilebilmektedir.

Adli cezalar ise sadece mahkeme kararı ile kesinleşen suçlar bakımından kişilerin sabıka kaydına işlenmektedir.

Önemle değinilmelidir ki; mahkemeler tarafından adli ceza olarak para cezası hükmü oluşturulmuşsa işbu cezanın ödenmemesi durumundan hapis cezası uygulanabilmekte, idari para cezalarının ise böyle bir yaptırımı bulunmamaktadır.

Bir diğer önemli husus ise alkol veya uyuşturucu seviyesine göre bulguların ortaya çıkma eşiğinde bilimsel olarak kanda bulunan belirli bir alkol oranının her insanda aynı sonuca yol açmadığıdır. Şahsın fiziki özellikleri, yaşı, cinsiyeti, kilosu, alkol veya uyuşturucu kullanma sıklığı vb. etmenler kişinin araç sürüş yeteneğini etkileme aşamasında rol oynamaktadır.

Bu kapsamda bakıldığında Yargıtay'ın yerleşik uygulamalarında Trafik Güvenliğini Tehlikeye sokma suçunun oluşumu bakımından güvenli sürüş yeteneğinin hangi oranda azaldığına ve bu azalmanın tolere edilebilir düzeyde olup olmadığına dikkat edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Açıkladığımız nedenler ışığında anılan kanunlar kapsamında, somut olayda suç veya kabahatin oluşmadığı kanaatindeyseniz yasal süresi dahilinde itiraz dilekçesi ile kanun yollarına başvuru hakkınız bulunmaktadır.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Türk Ceza Kanunu Kapsamında Ötenazi

Kişinin yaşama hakkı üzerinde tasarruf yetkisinin bulunup bulunmadığı, ölme hakkı ve ötanazi, üzerinde yoğun biçimde tartışılan konulardır. Öyle ki, günümüzde ölme hakkının, yaşama hakkını sınırlayan bir hak olup olamayacağı üzerinde durulmaya başlanmıştır.

Yaşama hakkından vazgeçmeye razı olmanın bir gerçekleştirme biçimi olarak ötanazi, iyileşmeyecek bir hastalığının bulunduğu kesin olarak belirlenen kişinin çektiği acılardan kurtarılmak amacıyla öldürülmesidir. Ötanaziye “tatlı ve acısız ölüm”, “ızdırapsız tabii ölüm” ve “iyi ölüm” de denilmektedir" Acılarını dindirmek amacıyla iyileşmeyecek hastanın ölümü, icrai bir hareketle, örneğin ani ölümü sağlayacak dozda ilacın verilmesiyle gerçekleştirilebileceği gibi (aktif ötanazi); yaşamını uzatacak müdahalelerin yapılmaması, örneğin yaşam destekleyici tedaviye başvurulmayarak veya bu tür tedaviye son verilerek de sağlanabilir (pasif ötanazi) Ötanaziden söz edilmesi için,

1) hastanın tedavisinin mümkün olmaması,

2) hastalığının çok acı verici olması,

3) hastanın kendisinin ötanazi uygulanmasını istemesi gerekir

Ötanaziye ilişkin düzenlemeler:

Ötanazi ceza hukuku alanında üç ayrı biçimde ele alınmaktadır

Ötanaziyi suç sayma:

Ötanaziyi suç sayanlara göre, bu durum kasten adam öldürmedir Hastalığının iyileşmeyeceği tanısı konulan hastaların öldürülmesi kabul edilemez. Çünkü tıpta her zaman mucizeler gerçekleşebilir. İyileşmeyecek denilen hasta iyileşebilir veya tanı hatası yapılmış olabilir. Hastaların öldürülmesi, kolay yolun seçilmesi olur. Bunun yerine, yeni araştırmalar yapılmalı ve yeni tedavi yöntemleri bulunmalıdır. Öte yandan, bu görüşe göre yaşamı insana Tanrı vermiştir ve geri alma hakkı da ona aittir. İnsan kendi yaşamı üzerinde tasarrufta bulunamaz. İnsan yaşamı, ölçülemeyecek derecede değerlidir. Bir hastanın tedavi edilmesinin mümkün olmadığını kesin olarak belirlemek de zordur. Bu nedenlerle ötanazi kabul edilemez.

Ötanaziyi suç saymama: Ötanazinin cezalandırılmaması gerektiğini savunanlara göre ise intiharı suç saymayan bir sistem, ötanaziyi de suç sayamaz. Çünkü ötanazi başkasının, yani hekimin yardımıyla intihar etmektir. Başkasından yardım almaksızın intihar eden kişinin hareketi ile üçüncü bir kişinin, yani hekimin fiiliyle intihar eden kişinin hareketi arasında hiç bir fark yoktur. Ayrıca, failin suç işleme kastı yoktur. Fail, merhamet duygusuyla veya riza ile hastanın çektiği acılara son vermektedir. Ötanazinin suç sayılmaması halinde ortaya çıkabilecek suiistimallere karşı çeşitli önlemler alınabilir.

Bu görüş doğrultusunda, özellikle nasyonal sosyalizm döneminde Almanya'da iyileşmeyecek akıl hastalarının öldürülmesi söz konusu olduğunda Nietzche'nin "hasta toplum için bir parazittir. Belli bir durumdan sonra daha uzun yaşaması uygun değildir" ve Hitler'in "yaşaması yararsız ve bozuk bünyeli insan toplumdan atılmalıdır” düşüncelerinin etkisiyle, bu dönemde Almanya'da tahminen 200 bin akıl hastası ve tedavi olanağının bulunmadığı düşünülen kişi öldürülmüştür.

Ötanazi, son yirmi yılda yaşama hakkı açısından ele alınarak, beden bütünlüğünü koruma hakkı gibi, kişisel özerklik (kendi geleceğini belirleme hakkı) çerçevesinde değerlendirilmiştir. Kişilerin yaşamlarının sonuna ilişkin kararları kendilerinin vermek istemeleri (onurlu ölme hakkı) ve hukukun bu duruma çözüm bulmaya çalışması, mahkeme kararlarına da yansımış ve Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemeleri, hastanın kendi iradesiyle yaşam destekleyici araçlar kesilerek ölüme terk edilmesini, yani istemli pasif ötanaziyi tanımıştır. İstemli ötanazi, Hollanda ve Avustralya'da da kabul görmüştür. Hollanda'da istemli aktif ötanazi de kabul edilmiştir.

Hollanda dışında günümüzde Lüksemburg ve Belçika'da da aktif ötanazi kabul edilmiştir. Öte yandan bazı ülkelerde pasif ötanazi veya intihara yardım fiilleri de yasal hale getirilmeye başlanmıştır. Bu kapsamda Avusturya, İsviçre, Danimarka, Finlandiya, Belçika, Fransa, Yunanistan, İrlanda, Almanya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İsveç, İspanya, Macaristan ve İngiltere'de pasif ötenazi yasaldır. İntihara yardım ise İsviçre, Belçika, Lüksemburg, Hollanda ile İsveç' de yasal olarak kabul edilmiş, Almanya'da da yapılan düzenleme ile fiil yasal hale getirilmiştir. Son olarak Kanada'da ötanazi "doktor destekli intihar" olarak kabul edilerek ve yasalaşmıştır. Kanada'da yasa sadece Kanada vatandaşlarını kapsamaktadır ve bu haktan yararlanmak için ağır durumda hasta olmak ve kendine bakamamak gerekirken hastalığın ölümcül olması şartı aranmamaktadır.

Ötanaziyi ayrı suç sayma: Bir diğer görüşe göre ise ötanazi ayrı bir suç sayılmalıdır. Çünkü otanazi kasten adam öldürme suçundan nitelik açısından farklıdır. Ötanazi yapanlar tehlikeli kişiliğe sahip değillerdir. Bunlarda ahlâki düşüklük yoktur. Fail, acıma duygusuyla ve mağdurun içinde bulunduğu durumdan etkilenerek, onun izdırabına son vermek saikiyle hareket etmiştir. Bu nedenle, ötanazi kasten adam öldürme suçuna oranla daha hafif bir ceza ile karşılanan ayrı ve bağımsız bir suç olarak düzenlenmelidir. Örneğin, Alman Ceza Yasası'nda talep üzerine öldürme başlıklı m.216'da, öldürülenin açık ve ciddi talebi üzerine ölüme sebebiyet verene altı aydan beş yıla kadar özgürlüğü bağlayıcı ceza verileceği ve teşebbüsün cezayı gerektireceği belirtilmektedir.

Türk Hukuku bakımından

Türk Ceza Yasası'nda ötanaziye ilişkin ayrı bir hüküm yer almamaktadır. Dolayısıyla, Türk hukukunda ötanazi hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir neden değildir. Ötanazi yapan, kasten insan öldürmek suçunu işlemiş olur (TCK m.81). Hasta Hakları Yönetmeliği de ötanaziyi yasaklamaktadır (m.13) Türk hukukunda bu tür eylemlerin ayrı suç sayılması eğilimi hazırlanan tasarılarda sergilenmekle birlikte; 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nda böyle bir düzenleme yapılmamıştır. Örneğin, Türk Ceza Kanunu 1989 Öntasarısında "iyileşmesi kabil olmayan ve ileri derecede ızdırap verici bir hastalığa tutulmuş bulunan bir kimsenin şuuruna ve hareketlerinin serbestliğine tam olarak sahip iken yaptığı ısrarlı talepleri üzerine ve sadece hastanın ızdıraplarına son vermek maksadıyla öldürme fiilini işlediği sabit olan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir” hükmü öngörülmüş ve aynı hüküm Türk Ceza Kanunu 1997 Ön tasarısında da “acıyı dindirme saiki" başlığı altında tekrarlanmıştır (m.137). 4 Nisan 1997 tarihinde İspanya-Oviedo'da imzalanan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması (İnsan Hakları ve Biyotip) Sözleşmesi m.5'e göre, sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleyi özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde onaylamasından sonra yapılabilir; ilgili kişi, onayını her zaman geri alabilir. Sözleşme, onayın geri alınmasını hiçbir sınırlamaya tabi tutmamıştır. Sağlık Bakanlığı'nca yayınlanan "Hasta Hakları Yönetmeliği'nde, karar verme yeteneği bulunan ergin bir hastanın bilinci açık ise ölümcül hasta olsun olmasın, tedaviyi reddetme hakkı bulunduğu belirtilmektedir. Buna göre, hastanın ölümü geciktirecek veya engelleyebilecek bir tedaviyi reddetmesi mümkündür. Ancak, Yönetmelik uyarınca tedavi başlamışsa, yaşamı veya yaşamsal önemi olan organlardan birini tehdit eden acil bir durum bulunduğunda, rızanın geri alınması mümkün değildir. Uluslararası Sözleşme iç hukuk düzenlemesi haline geldiğinden, yönetmelikteki sözleşmeye aykırı hükümlerin uygulanmasının söz konusu olmayacağı gözden uzak tutulmamalıdır.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Meşru Müdafaa, Şartları, Meşru Müdafaada Sınırın Aşılması

Yasal savunma olarak da bilinen meşru savunma ya da meşru müdafaa, hukuka aykırılığı ortadan kaldıran nedenlerden biridir. 5237 sayılı TCK'ya göre kendisine veya başkasına ait bir hakka yönelmiş haksız saldırıyı derhal uzaklaştırma zorunluluğu işe işlenen suçlardan dolayı faile ceza verilmez.

Haksız bir saldırıdan korunmak için yapılan hareketlerin suç oluşturması durumunda eylemin hukuka aykırılık taşımayacağı bazı koşullarla kabul edilmiştir.

Hemen belirtelim ki, yasal savunma, her toplumda ve her dönemde hukuka uygun sayılan bir hal olmuştur. Meşru müdafaanın hukuki temeli, insanın kendisini koruma içgüdüsüdür. Kişinin kendisini savunmasını hukuk kurallarıyla yasaklamak olası değildir.

Meşru Müdafaa Şartları:

Meşru müdafaanın şartları; ortada hukuken korunan bir hakka yönelik haksız saldırı bulunması ve bu saldırıya karşı savunma yapmanın zorunlu olmasıdır. Saldırı, kişinin hukuken korunan haklarına yönelik, zarar verici hareketlerdir. Saldırı, aktif veya pasif hareketlerle yapılmış olabilmektedir. Örneğin, serbest bırakılması gereken kişiyi, zamanı geldiği halde serbest bırakmayan kişiye karşı yapılan savunma da yasal kabul edilmektedir. Saldırı maddi nitelikte olmalı, hakaret ve sövme gibi maddi olmayan saldırılar yasal savunma nedeni olamayacaktır. Ancak saldırının mutlaka cebir ve şiddet içermesi de gerekmez. Kişinin herhangi bir araç ile kendini bilemeyecek ve savunamayacak hale getirilmesi de, cebir ve şiddet sayılmaktadır. Örneğin uyuşturucu madde verilerek yapılan saldırıya karşı kendini savunma, meşru müdafaa olarak değerlendirilmektedir.

Saldırının insandan kaynaklanması gerekmektedir. Hayvanların saldırısına karşı, meşru müdafaadan söz edilemez. Çünkü hayvanların saldırısının haklılığı veya haksızlığı tartışma konusu yapılamaz. Bu nedenle hayvan saldırısı tehlike sayılarak, hukuka aykırılığı ortadan kaldıran nedenlerden zorda kalmanın uygulanmasını gerektirmektedir. Ancak saldırıya araç olarak hayvan veya obje kullanılmışsa saldırı yine insandan kaynaklanmış demektir.

Saldırı niteliği itibariyle meşru müdafaa sırasında halen var olmalıdır. Gelecekteki bir saldırıyı önlemek üzere gerçekleştirilen fiiller bu kapsamda değerlendirilemez. Ancak halen var olma şartı saldırının başlamış olmasıyla sınırlandırılamaz. Henüz başlamamış ancak başlayacağı muhakkak olan bir saldırıya karşı da yasal savunma mümkündür. Gerçekleşmesi muhakkak olan bir saldırı tehlikesi, savunmayı haklı kılar.

Saldırı sona ermişse artık yapılan hareketler meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez. Saldırıya son verip kaçan kişinin arkasından giderek ateş etme eylemi öç alma kapsamında haksız tahrik olarak değerlendirilebilir.

Buna karşılık, başlayıp bitmiş ancak tekrarlanması muhtemel olan, devamından korkulan bir saldırı da halen var olan bir saldırı olarak kabul edilir.

Meşru müdafaa ancak haksız bir saldırıya karşı mümkündür. Haksız saldırı, hukuk düzeninin izin vermediği saldırı demektir. Örneğin suçüstünde yakalanan kişiye karşı kaçmaması için durumun haklı kıldığı ölçüde cebir ve şiddet kullanımı yakalanan kişinin haksız bir saldırıya uğradığına ve yasal savunma halinde bulunduğuna dayanak gösterilemez

Meşru müdafaa her türlü hakka yönelik haksız saldırılara karşı olabilmektedir. Bu minvalde yalnızca yaşama ve vücut bütünlüğü kadar kişi özgürlüğü, cinsel dokunulmazlık ve mala karşı saldırılar da yasal savunma kapsamında değerlendirilebilmektedir.

Öte yandan meşru savunmanın gerçekleşmesi için savunmada zorunluluk bulunması gerekmektedir. Yasada saldırıyı o anda defetmek zorunluluğundan söz edilmiştir. Bu, saldırıyı derhal savma zarureti anlamına gelmektedir.

Meşru müdafaada sınırın aşılması noktasında ise saldırı ile savunmanın orantılı olması koşulu önem arz etmektedir. Saldırı ile savunma arasında, hal ve koşullara göre bir orantı bulunmalıdır. Savunmanın hukuka uygun olması bu koşulun gerçekleşmesine bağlı olup aksi hallerde meşru müdafaada sınırın aşılmasından bahsedilecektir. Bulunması gereken orantı, kullanılan araçlar ile saldırıya uğrayan hukuki değerin niteliği açısından incelenmektedir. Örneğin yasal savunmanın kabulü için savunmada zorunluluk bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiği gibi; gerek savunma ile ona sebebiyet veren saldırı arasında oran bulunup bulunmadığı ve gerekse saldırıyı başka türlü gidermenin olanaklı olup olmadığı açılarından da delillerin değerlendirmesi gereklidir.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

İftira suçu, İftira Suçu Şikayete tabi mi, Yargıtay kararları:

5237 S.lı Türk Ceza Kanunu 267. maddesinde düzenleme alanı bulan iftira suçu Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunularak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır, denilmek suretiyle açıklanmıştır.

Önemle belirtmek gerekir ki kasıtlı olarak işlenebilme niteliğine sahip bu suçun oluşabilmesi için failin ihbar veya şikayette bulunduğu kişinin ilgili suçu işlemediğini bilmesi veya bilebilecek konumda olduğunun kanıtlanabiliyor olması gerekir. Bu kapsamda, şahsın hakkında yürütülen soruşturma veya kovuşturmanın sona erme sebepleri önem arz etmektedir.

Maddenin ikinci fıkrasında fiilin maddî eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması halinde, ceza yarı oranında artırılır denilmek suretiyle suçun failinin ihbar veya şikayeti kapsamına ek olarak sahte deliller sunması halinde arttırım sebebi öngörülmüştür.

Üçüncü fıkrada yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş mağdurun aleyhine olarak bu fiil nedeniyle gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır hükmü yer almaktadır. Bu kapsamda; haksız suç isnadı mağdurunun gözaltına alınması ve tutuklu sevk edilmesine karar verilmesi durumlarında yine bu da arttırım sebebi olmakta, iftira faili ayrıca anılan kanunun 109. maddesinde düzeneleme alanı bulan Kişiyi Hürriyetinden yoksun bırakma suçunun da faili olabilmektedir.

İftira mağdurunun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, faile vereilebilecek cezanın alt sınırı yirmi yıldır.

Mağdurun mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, beşinci fıkraya göre verilecek ceza yarısı kadar artırılır.

Zamanaşımı:

İftira suçundan dolayı dava zamanaşımı, mağdurun fiili işlemediğinin sabit olduğu tarihten başlamaktadır. Hakkında hukuka aykırı biçimde suç isnadında bulunulan kişinin ceza muhakemesinin ilgili evreleri neticesinde takipsizlik ya da beraat kararıyla masumiyetinin kesinleşmesi durumunda iftira suçunun zamanaşımı süresi başlamaktadır.

Maddenin son fıkrasında ise basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilan olunur hükmü bulunmaktadır.

Yerleşik Yargıtay uygulamaları tek başına takipsizlik (KYOK) veya beraat kararlarının iftira suçunun oluşumu bakımından yeterli olmadığı yönünde olup mutlak suretle iftira suçunun failinin mağdurun ilgili suçu işlemediğini bildiğini veya bilebilecek konumda olduğu ispatlaması gerekmektedir.

İsnatların maddi vakılara dayanması durumunda eylemin şikayet hakkı kapsamında kaldığı kabul edilir. Yine sanığın isnatlarda bulunduğu iddialarını ispatlayamaması tek başına iftira suçuna vucut vermez. iddiaların isnat edidiği kişi hakkında beraat veya KYOK kararı verilmesi yine tek başına iftira suçunun oluşmasına yeterli olmaz, KYOK veya Beraat kararı tek başına iftira suçunun delili olamaz. 16.CD.08.09.2015,2015/3460-2015/2349, 16 CD.17.03.2015,2015/280-2015/157, 16 CD.10.09.2015, 2015/3541-2015/2463, 16 CD.03.12.2015,2015/5625-2015/4658

Ayrıca belirtmek gerekir ki iftira suçu mağdur bakımından şikayete tabi olmayıp cezai mercilerin suç işlendiğine dair ihbar ya da resen gözetilecek hususlarla harekete geçebilmesi mümkündür.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Düşünce Özgürlüğü

Düşünce, insan beyninin etkinliğidir; bu etkinlik sonucunda ortaya çıkan kanaat, inanç şeklindeki ürünler düşünceyi oluşturur. Düşünme yoluyla insanlar gerçeğe ve bilgiye ulaşır. Düşünce kişiseldir, insanın iç yaşamıyla ilgili ve gizlidir; dolayısıyla sınırsızdır, düzenlenemez. Günümüzde düşünce özgürlüğünün güvencesi hiç kimsenin düşüncelerini açıklamaya zorlanamamasıdır. Düşünce ancak başkalarına açıklandığı oranda "hukuk” alanına girer ve toplum yaşamını düzenleme gereği düşünce özgürlüğüne sınırlama getirme zorunluluğunu ortaya çıkarır". Düşünce özgürlüğü, insanın karşısına çıkacak tüm sorunlara bulacağı cevapları bizzat seçebilmesi, kişisel ve toplumsal davranışlarını bu cevaplara uydurabilmesi olanağıdır. Düşünce özgürlüğünün en önemli unsuru, düşüncenin serbestçe açıklanabilmesidir. Bu kavram düşüncenin savunulmasını, başkalarına aktarılmasını ve yayımlanmasını kapsar. Düşünceyi açıklama özgürlüğü demokratik toplumun yaşam koşulunu oluşturmaktadır.

Düşünce Özgürlüğünün Sınırları:

Düşüncenin açıklanıp yaygınlaştırılması veya propagandası söz konusu olduğunda, kimi zaman düşünce özgürlüğü ile kamu düzeni çatışmakta ve özgürlüğe sınırlama getirilmesi zorunluluğu doğmaktadır. Anayasa'da düşünce özgürlüğü ile düşünceyi açıklama özgürlüğü güvencelenmiş, hiç kimsenin düşünce ve kanaatleri nedeniyle kınanamayacağı, suçlanamayacağı belirtilmiştir (Ay m.25). Anayasa'da ayrıca, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü de ifade edilmiştir (Ay m.26). İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde de düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü ile sınırlandırma koşullarına yer verilmiştir (İHAS m.9-10). Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün hangi hallerde sınırlandırılabileceği yine Anayasa'da gösterilmektedir (Ay m.26/2)". Getirilen sınırlamaların, Anayasa'nın 2.maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin temel niteliklerine de uygun olması gerekir. Özgürlüklerin kısıtlanması daima demokratik toplum düzeni kavramı ışığında değerlendirilmeli ve kısıtlama belli bir özgürlüğü ortadan kaldıracak düzeye varmamalıdır. Açık ve somut bir kışkırtma ya da suça iteleme niteliğinde olmadıkça herkesin düşüncelerini özgürce açıklaması, demokratik toplum olmanın başta gelen temel ilkelerinden biridir. Düşüncenin kendisi değil, ancak açıklanma biçimi suç olabilir. Bu konuda göz önünde bulundurulan ölçütler, kamu düzeninin bozulması veya açık ve yakın tehlike bulunmasıdır. Anayasal sistemin özgürlükler bakımından sağladığı güvence, Türk Ceza Yasası'nda yer alan suç tanımlarıyla koruma altına alınmak istenmiştir. Örnek olarak, suç ve suçluyu övme (TCK m.215), halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (TCK m.216), kanunlara uymamaya tahrik (TCK m.217) ve askerleri itaatsizliğe teşvik (TCK m.319) suçları gösterilebilir.

Bu suçların tanımlarında suçta belirlilik ilkesine uyulup uyulmadığı burada tartışılmayacaktır. Ancak, yapılacak düzenlemeler bakımından şu unutulmamalıdır ki, özellikle çoğulculuğun asıl olduğu demokratik bir toplumda, şiddete dayanmayan her türden düşüncenin açıklanmasına izin verilmelidir.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ceza Soruşturması Nedir, Ne Zaman Başlar ?

Ceza hukukunda soruşturma; yetkili cumhuriyet savcılığı tarafından suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin düzenlenmesine veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın oluşturulmasına kadar geçen süreci ifade etmektedir. İddianame düzenlenmesi haline kamu davasının açılması da denmektedir.

Cumhuriyet savcılığı, devlet adına kamu davası açılması için ilgili olay hakkında yeterli şüpheye ulaştığında iddianame düzenlemektedir. Soruşturma sürecini başlatan haller ise savcılığın re’sen harekete geçtiği durumlarla ihbar veya müştekinin şikayetidir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 170. ve devam maddelerinde kamu davasını açma görevinden başlamak üzere soruşturma evresi süjelerinden bahsedilmektedir. Cumhuriyet savcısı, olayla ilgili şüphelinin leh ve aleyhine olan tüm delillere ulaştıktan sonra iddianame düzenlenip düzenlenmeyeceğine karar vermektedir. İddianame düzenlenmesi veya kamu davası açılması için ‘’ yeterli şüphe’’ düzeyine ulaşıldığında ceza dosyası ceza mahkemelerine savcılık tarafından sevk edilmektedir.

Anılan yeterli şüphe düzeyine ulaşılamadığında; şüphelinin masumiyet oranının suçluluk şüphesine kıyasla daha ağır bastığına kanaat getirildiğinde ise yine soruşturmayı yürütmekle görevli savcılık tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar oluşturulmaktadır. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar diğer deyişle takipsizlik kararı, kamu davasının açılması için yeterli şüphe düzeyine ulaşılmaması hallerinde uygulanmaktadır. İşbu takipsizlik kararına ilgililerin itiraz hakkı bulunmakta olup itiraz mercii Sulh Ceza Hakimlikleridir.

Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ilgililere tebliğinden itibaren 15 gün içinde itiraz hakkının kullanılması mümkündür. İtiraz yazılı dilekçeyle Sulh Ceza Hakimliğine gönderilmek üzere şerhi düşülerek takipsizlik kararını veren Cumhuriyet Savcılığına da sunulabilmektedir. İtiraz dilekçesinde kamu davasının açılması için dayanak deliller ve gerekçeler ilgili kanun maddeleri kapsamında belirtilmeli ve takipsizlik kararının kaldırılması talep edilmelidir.

Takipsizlik kararına itiraz üzerine Sulh Ceza Hakimliği, kamu davasının açılmasına karar verebileceği gibi itirazı reddederek takipsizlik kararıyla dosyayı kesin olarak kapatabilmektedir. Cumhuriyet savcılığı tarafından kamu davasının açılması gerektiği kanaatine varılması halinde ise dosyanın iddianame düzenlenerek mahkemeye sevkinden itibaren 15 günlük ara muhakeme evresi bulunmaktadır. Bu evrede ilgililer veya dosyanın sevk edildiği mahkeme hakimi, iddianamenin iadesini talep edebilmektedir. Yukarıda anılan kanun maddesine uygun olarak düzenlenmeyen iddianameler, iddianamenin iadesi kurumuyla düzeltme yapılmak ve içeriğindeki eksiklikleri giderilmek üzere tekrar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmektedir. İddianamenin iadesi kararına karşı Cumhuriyet Savcılığının itiraz hakkı bulunmaktadır.

5271 sayılı CMK’nın 170.maddesi kapsamında değerlendirildiğinde uygun nitelik taşıyan iddianamenin varlığı halinde dosyanın sevk edildiği mahkeme hakimi tarafından iddianamenin kabulü kararı verilmektedir. İddianamenin kabulü kararı akabinde mahkeme, savcılık tarafından toplanan delilleri değerlendirmek, tarafları ve olayı incelemek üzere duruşma açarak kovuşturma evresini başlatmaktadır.

Soruşturma Numaramı Nasıl Öğrenebilirim ?

Soruşturma numarası, ceza davasına konu olan eylemin adliyeye sevkinden sonra savcılığa gönderildiği takvim yılını esas alan ayırt edici rakamsal değeri ifade etmektedir. Önemle belirtmek gerekir ki soruşturma numarasıyla suç numarası veya suç kaydı farklı belirteçlerdir.

Suç kaydı; karakol, jandarma, sahil güvenlik gibi kolluk ekiplerine gelen başvuru veya olay henüz adliye aşamasına geçmeden ilgili cumhuriyet savcılığının emir ve talimatlarıyla kolluk tarafından ilk delillerin toplanma aşamasındaki ayırt edici rakamsal değerleri ifade etmektedir. Yine soruşturma numarasında olduğu gibi suç numarasında da olayın kolluk ekiplerince öğrenildiği takvim yılı dikkate alınmaktadır. Örnekleyecek olursak 2023 yılında yaşanan bir olayın ilk müracaatı kolluk ekiplerine yapıldığından 2023/1 şeklinde suç numarası oluşturulmaktadır. Soruşturma numarası da aynı şekilde suça konu olayın 2023 yılında öğrenilmesi veya bu yılda yaşanması halinde 2023/1 şeklinde belirlenmektedir.

Kovuşturma numarası (ceza davası) vatandaş portal üzerinden görülebilmekteyken soruşturma numarasına dosyanın tarafları, e-devlet uyap vatandaş portal üzerinden ulaşamamaktadır. Soruşturma numarası yalnızca Cumhuriyet Savcılığının değerlendirmesine konu olayın bulunduğu adliyeden ilgili şahıs veya vekili tarafından öğrenilebilmektedir. Lekelenmeme hakkı ve soruşturmanın gizliliği ilkeleri sebebiyle soruşturma dosyası ilgililere elektronik ortamda kapalı olup yalnızca şahsın vekil atadığı avukatı uyap avukat portal üzerinden soruşturma dosyasına ulaşabilmektedir.
 


Mustafa Kemal Mah., 2108 sk. No:49, D:5 06530 Çankaya/Ankara
0 541 909 58 98